bugün

entry'ler (3262)

atum nocturnem

ortaçağda yaygın olan bir efsanedir. şeytanın cenin toplaması da denir. karanlık dünyanın efendisi, farkında olmaksızın bir kadını hamile bırakır, gün geldiğinde kendi evladını, kadının rahminden söker alır. benzeri bir tema, karşı cinsinde vücut bulmuş olarak, anadolu folklöründe de vardır. (bkz: albastı)

kan

bazı mistik kültürlerde kan, doğrudan kutsallıkla bağdaştırılır. bilhassa, voodoo büyülerinin yapıldığı toplumlarda..
kan, hayat veren anne sütünü oluşturmak için anne göğsünde dolanır. aynı zamanda, yaşam moleküllerine start veren spermleri oluşturmak için de, erkek cinsel uzvunu doldurma sürecinde görev alır.

manuel de godoy

onsekizinci yüzyılın sonlarına doğru, ispanya başbakanlığı yapmış; rodrigo diaz de vivar ile birlikte, ispanya aristokrasisinin tanınmış figürlerindendir.

sanata fazlasıyla ilgili olan godoy'un, ünlü tabloları saklamak için evinde, özel bir sanat odası tasarladığı söylenmektedir.

hatta, francisco goya'ya ricası üzerine yaptırdığı, giyinik maya ve ciplak maya isimli tabloların ilk sahibi olduğu da söylenir.

paranormal activity

Buna korkan adam, kalksın anadolunun bi koyune gitsin. burada bahsedildiginden daha fazla korkacagina eminim. Zira islenen konunun, dede-nine umacılarıdan gram fazlası yok.

Yol parasi karsiliginda maksimum korku.

hızır

Kelt adaptasyonu aşağı-yukarı green man'dir.

beyonce

Buna kim ave maria'yı seslendir dediyse, iki elim onun yakasında.

Sen nere chopin nere, shaubert, boaz nere?

planet pembe

sitesinin iletişim kısmından mesaj gönderilemeyen kanal.

la tormenta'nın türkçe bölümlerini satın almak istiyorum. böyle bir fırsat sunup sunmadıklarını bilmek iyi olur.

bari buradan duyun sesimizi!!!

tennis court oath

bilindiği gibi, amerika kıtasında emelleri olan fransa, amerikan bağımsızlık savaşı süresince ingiltere ile savaşan amerikan kolonilerine destek vermiş, amerikan bağımsızlık savaşının bir kolu da, kıta avrupasında fransız donanması ile ingiltere arasında gerçekleşmişti.

iş bu 8 yıllık süreçte, fransa'nın kral 16. loui'nin emriyle kolonilere verdiği destek, fransız ekonomisinin canına ot tıkamıştı. halk açlıktan birbirini kemirir hale gelmiş idi. soruna çare bulmak isteyen, ama bir yandan da amerikan federe devletlerine sağladığı desteği kesmek istemeyen kral, çözümü danıştığı ekonomi bakanından aldığı "vergileri yükseltelim" önerisini pratiğe dökmekte buldu. bu nedenle, 150 yıldır toplanmamış ulusal meclisi toplanmasını istedi.

soylular, halk ve din adamları olmak üzere, 3 katman da third state denilen, üçüncü toplantılar zincirinde bir araya geldi. toplantıların yapıldığı yer ise, büyükçe bir tenis kortuydu. günde 1 ekmek yiyebilmek için birbirini asan halka vergileri yükselterek çare olunamayacağını (ki bu güzel bir yamadır. zira, fransz aydınlanmacı hareketi, esasen burjuva hedefleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir) belirten 3 katmanın öncüleri, çözümü kralın etkisini kırmada gördüler.

tennis court'da yemin eden liderler, fransız ihtilalinin sembolik açıdan başlangıç hareketini de oluşturdular. zira, halkın her kesmi, ilk kez sesini yükselterek monarşinin babası kral onaltıncı louis'e karşı tepki gösteriyordu. birbirlerine söz veren meclis üyeleri, yeni bir anayasa kurulan dek durmak bilmeyeceklerini bildirmişlerdir. ihtilal sonrası fransasında kurulan ulusal konvansiyonun özünü oluşturan tenis kortu yemini, fransız parlamentosunun ilk ağız birliği olarak kabul edilir.

tarih boyunca burada edilen yemini, tuale aktaran yığınla ressam olagelmiştir.

en güzel tarihi filmler

(bkz: danton)

ihtilal yıllarının fransasını, jironden-jakoben, danton-robespierre çatışmasını güzel harmanlanmış bir şekilde görmek mümkün. monarşinin diktatörlüğünü kovuyoruz deyip, kendileri diktatörleşenlerin güç mücadelesi.

türkiye de kahvaltı kültürü olmaması

daha da neler.

mis gibi menemen var. ekmekle yedin mi, akşama kadar tok gezersin.
ayrıca, çemen var, helva var. haşla yumurtayı koy yanına salamı, hiç olmadı.

ingilizler gibi sabah ekmeğin arasına haşlanmış fasülye koysaydınız görürdüm sizi ben.

emredici vekalet

jean jacques rousseau başlığını yazana kadar canım çıktı, neyse buldum ve buraya kopyaladım. bu madde, jean jacques rousseau ile ilintilidir.
özetle, doğrudan demokrasinin uygulanmasının statik bazı engellerle karşılaştığı ülkelerde, roussa'nun nefret ettiği temsilciler meclisi oluşturulmalı ama ip bu halk temsilcilerinin ellerine verilmemelidir. buna istinaden, halk seçtiği temsilcere emir verebilmelidir.

benim dikkatimi çeken, virginia ve fransız yurttaş ve insan hakları bildirgeleri gibi geniş çapta yankı uyandırmış manifestolara, tarihin ilk cumhuriyet denemelerine kadar sirayet edebilmiş, ihtilalin aydınlanmacı kadrosunu yetiştirmiş roussa, nasıl olur da halk eğemenliği teorisinde çelişkiye düşer?

rousseau diyor ki, eğemenlik tamamen halka aittir, halk bunu devredemez ve temsili demokrasiyi benimsememeli. doğrudan demokrasi olmalı diyor. vefakat, o zamanların birleşik lehistanı gibi ülkelerde, nüfusun fazlalığı nedeniyle bunu uygulamak zor olduğundan, öğretisinde gevşiyor ve emredici vekalet denen bir sistem geitiryor. buna göre halk, doğrudan katılım sağlayamasa da, temsilcilerin elinde inlememek için, onlara istedğini yaptırmalı, gak-guk etme ihtimallerine karşılık, emretmelidir istediklrini.

buraya kadar çok iyi. tıpkı antik yunandaki gibi. (ki onlar da kölelik kurumu doğal göründüğünden net bir demokrasiden söz edilemez? ancak rousso ekliyor, toplumda çok oyla iktidar olan yasama erkini (demokrasi deyince üzerine basa basa yasamayı kasteder kendisi) seçme inisiyatifini alan çoğunluk, her zaman haklıdır. yani, çoğunluğunun ne dediği önemlidir. burada da sorun yok. ama çoğunluk haklıdır, azınlık her zaman haksızdır diyorsan, orada sorun vardır. bu apaçık bir çelişkidir.. roussoya kalsa, seçilememiş ve genel aykırı düşünenler (azınlıkta kalanlar) söz hakkına sahip değildir. zira genel, azınlığın tersine olanı seçmiştir.

hem "kuvvetlerin tek erkte toplandığı bir sistem önünde sonunda diktatörlüğe dönüşür" de, hem de "ben çoğunluğun sesiyim, istediğimi yaparım!!" bahanesiyle at koşturacak yığınla diktatörün zeminini hazırla. ondandır ki, hitler gibi bazı isimler roussa okumuşlardır. çoğunluğu ele geçirdin mi, tamamdır iş. bugün de gördüğümüz gibi. çoğunluk her zaman doğruyu söyler mi diye sorulursa da, "bu saatte o kadar kafam almaz" derim. ama net bir şey varsa, o da roussa'nun ekonomik temellendirme yapmadan direkt üst yapıdan girdiği teorisi sağlıklı işlememiş. gerçi, dünyanın ilk bin yılını doğrudan etkilemiş platon'un ideali anlattığı devlet eserinde, elde para kalmayınca diğer polis devletleri yağmalama hakkı tanıması sonrası düştüğü paradoks kadar değil onun ki.

padovalı marsilius

hiç kolay değil. o ortaçağ'ın rezil, baskıcı, aksini kabul etmez atmosferinde; "eğemenlik tanrının değildir, halk sahip olduğu bu hakkı paylaşmalı ama devretmemelidir" diyebilmek. deyim yerindeyse, tanrının yeryüzündeki soyut eğemenliğine karşı tavır alma . önceleri demokles'in kılıcı gibi alternatif görüşleri kesenler, bugünlerde ip ellerinden kaçınca; "inanca saygı" dalgasını ağızlarına doladılar. ee öbür türlü yürümüyor tabii artık.

woodrow wilson

wilson prensiplerinin yıkılmakta olan osmanlı ve yeni cumhuriyetin nüvelerini bağlayan bir yapı arz ettiği muhakkak. bu genel bilgilendirmenin dışında, wilson, abd'nin -pekçoğu zaman fayda sağlamış- monroe politikasından vazgeçmesinin zamanının geldiğini düşünüyordu. zira artık ciddi bir küresel değişim söz konusuydu.

wilson esasen tarih öğretmeniydi ve daha birinci dünya savaşı öncesinde, osmanlının çözülüş sürecinde olduğunu kavramıştı. bir şekilde imparatorluğun ecelinin yaklaştığını biliyordu. osmanlı gibi avusturya-macaristan ve almanya topraklarında yaşanacak parçalanma ile birlikte, avrupanın yeniden şekilleneceğini de öngörmeyi bilmişti. bu nedenle savaşın sonların doğru, savaşın akabininde kurulacak yeni dünya düzeninin esaslarına kafa patlatıyordu. pek tabii en teşekkülü kuruluş milletler cemiyeti olacaktı.

şayet birleşik devletler, savaşın kazanan-kaybeden tüm güçlü ülkeleri kapsayan cemiyetin parsasını tek yiyebilirse, dünya eğemenliği sürecinde sona gelebilirdi. öyle ki, cemiyetin kontrolünü ele almak demek, hem ileride parlayan sovyet tehdidini, hem de yenilen-yıkılan avrupayı bimar etmek demekti.

fakat kanıksanmış değerleri reddetmekte hayli inatçı amerikan halkına, 1823'den beri yürütülen monroe sistematiğini yıkmayı anlatmak kolay olmadı. wilson bu çerçevede kamuoyu ve siyasetçileri kurulan yeni düzende söz sahibi olarak, dünya siyasetinin tek mimarı olmak konusunda ikna etme turlarına başladı. 30 dan fazla eyalette uzun uzun monroe'nin çiğnenmeden rafa kaldırılabileceğini, artık avrupa siyasetine dahil olmanın gereğini anlattı. ama ne yaptıysa olmadı. kongre verdiği öneriyi tam 3 kere reddetti. yıllarını bu işe adayan başkan wilson, en sonunda yorgun düştü ve felç oldu, takiben de hayatını yitirdi.

wilson, çaresizce anlatmaya çalıştığı sürecin er-geç amerikan halkının farkedeceği bir şekilde cereyan edeceğini vurgulamıştı. "neler kaçırdığımızın farkına varıcaz, ama o zaman iş işten geçmiş olacak" dedi. gerçekten de, bu fırsatı ayağıyla tepen abd, ikinci harp sonrası tamamen terkedeceği politikayı o sıralarda es geçseydi, belki de sovyetler hiç palazlanmayacak, 1990'lardan sonra tamamen ele geçirdiği dünya liderliğini daha 1920'lerin başında sahip olacaktı.

den brysomme mannen

bunu da buraya film diye yazmışlar. seyretmeyerek hiçbir şey kaybetmediniz. yine izlemediğiniz takdirde zaman da kaybetmeyeceksiniz.

hiç bi sikime benzemiyor.

josef mengele

insanlık onu hep, sıradan tabiplerin gündelik işlerinde kullandıkları neşter, cerrahi makas gibi aletleri kullanarak mahkumlara yaptığı deneylerle hatırlayacak. özellikle çift ve tek yumurta ikizlerine uyguladıklarıyla.
örneğin, ikizlerden birisine bir kimyasal madde enjekte etti, diğerine etmedi.. sonuçları ne olacak diye bekledi.
önemli organlardan çeşitli doku örnekleri aldı. yumuşamış dokuların çok daha kolay kesileceğini bildiğinden, ameliyat masasına almadan önce kazanı kaynatarak sıcak suda ikizleri bekletti!

kendisi, müttefetiklerce bulunan kamplarda arandı, ama tek ize rastlanamadı.. tüm uluslararası çabalar bu insan deneycisini aramaya yetmedi ki en son, 79'da ölen bir brezilya'lının kimliği "josef mengele" adına düzenlenmişti. ve o mengele, bu mengeleydi..

isyan ateşi

bestenin sözlerine bak, insanın ruhunu daraltıyor. gerçekten çok garip. sözler, düşünceler, havaya kalkan yumruklar.

sanırım hiç anlayamayacağım bu insanları.

fotoğraf makinesi olmayan japon turist

slav olduğu halde güzel olmayan kadın gibidir.

404 not found.

maden metaforu

antik yunan'da var olmuş sınıfsal toplumsal dokunun devamı için bilhassa platon'un öncülüğünde tasarlanmış bir tür masaldır.

platon; "öyle bir yalan uydurmalıyız ki, insanlar sınıfsal yapılarına eyvallah demeli, sınıflarını ve yaşamlarını kabul ederek, sorgulamamalılar" demekteydi. zaten kendisi ve hocası sokrat da birer aristokrattı.

antik anlamda demokrasinin beşiği deyip köleliği meşru gören, vatandaş tanımın öncülüğü adledilip erkekten başkasına yurttaş olma hakkı tanımayan über düşünürlerimizden de, çağları aşan düşünce beklenemezdi zaten.

yunan tanrı oligarşileri, kendi istekleri dahilinde bazı insanları aristokrat, yönetici veya köle olarak yaratırlardı. insanlar daha doğumla birlikte olumlu veya olumsuz bu yafta ile donanmış halde yaşamlarına başlardı. öyle ki tanrı, bazı insanları madeninde öğüttüğü altından yaratarak seçkin kılmış, bazılarını gümüşten yaratarak orta halli tasarlamış bazı garibanların da hamuruna bronz (veya tunç-demir) katarak onun bunun kölesi olarak donatmıştır (!)

altın mayalılar bilgelerken, gümüş mayalılar olan askerlerin evlenmeleri yasaktı. aklı başka bir yerde kalmasın diye.

antik görüşleriyle skolastik düşüncenin yapıtaşlarından biri olan platon, aydınlanmcı görüşleriyle skolastik düşüncenin perdesini indirmekle kalmamış, antik yunanın eşitlikçi olmayan dokusunu da şekillendirmeyi bilmiştir.

habeas corpus

tamlama latince kökenli olup; "bedenine sahipsin" gibi bir anlama iyedir.
magna charta, fransız insan hakları bildirgesi, bizdeki sened-i ittifak ve virginia sözleşmesi gibi, insan hakları alanında pratiğe konmuş, yazılı antlaşmalardan bir diğeridir.

gözaltına alınan kişinin, en kısa sürece yargıç önüne çıkarılmasını hedeflemektedir.

marlon brando

plaj futbolunda birbirlerini dünyaya tanıtan futbolcular gibi, bir film setinde henry fonda'yı dünyaya armağan etmiştir.